1984 yılında Gaziantep’in köhne bir mahallesinde, bir banyoda bir leğenin içine doğdum. Henüz kundaktayken havaya atıldım, havada yakalandım. İki yaşlarımda koyunlara, ahırlara, üç yaşlarımda bitkilere, otlara ve beş yaşlarımda böceklere merak saldım. Zira, çok zamanlar bir böcek peşine takılıp kaybolmuşluğum vardır. Altı yaşlarımda, bir kamyon dolusu asker, beni başı boş gezerken bulup evime teslim etmiş mesela -hala köyün yaşlıları söyler durur- daha o yaşlarda, o kaçış ve kayboluşlarımda, kendi başıma düşünmeyi sevdim. Yedi yaşlarımda, aşıdan korktuğum için dağa kaçtım, ama aşıdan kaçamadım. Çünkü ertesi gün yine gelmişlerdi aşı yapmaya.
Sekiz yaşlarımda, ilk defa ölümü gördüm ve sonraki yaşlarımda da. Dokuz yaşımda, ancak okumayı kavradım, on yaşlarımda ilk şiirimi yazdım; “bir ağaç hakkında”. On bir yaşlarımda köyümden ayrıldım, doğumumdan sonraki üçüncü “kopuş” da böyle gerçekleşti sanırım. On ikimde, ilk defa sınıfta kaldım. On üçümde, ilk platonik aşkıma mektup ve şiir yazdım, ertesi gün bir kızdan ilk tokadı da aynı yaşta yedim. Ama yazmaktan, sevmekten hiç vazgeçmedim. Bundan olsa gerek, sonraları yazmaya, çizmeye, müziğe merak saldım, pek konuşmazdım. On dördümde, kapıda kaldım. Çokça kaldım. On sekizlerimde gitar çaldım, sahne aldım, çoğu kafeye, çoğu bara gittim, ilk biramı da o zaman içtim.
Yirmi yaşımda üniversiteyi kazandım, ilk defa şehirler arası otobüse bindim, yaşadığım şehri ilk kez terk ettim. İlk defa denizi görüşüm de yine yirmili yaşlarıma denk düşer. Gördüğüm şeyin deniz olduğunu anlamamın on yılımı alması; görmeme yardım edecek kimsenin olmamasıydı aslında. “Diego’nun babası Santiago Kovadloff gibi mesela”. Yirmi sekiz yaşımda akademisyenliğe başladım, otuzlarımda çok kolay inandım, çok kolay sevdim, çok kolaydı her şey. Çokça kazık yedim. Otuz iki yaşımda Mustafa Okan’ı, otuz beşimde babamı, -Köy Enstitülerinin son tohumlarındandı. Hafızamda verdiği öğütler yankılanır durur. Tüm yaşlarımda o öğütleri tuttum- otuz altı yaşımda anamı kaybettim, toprağa koca koca üç çınar ektim. Hepsinin kökleri bu topraklarda.
Böyle işte, her ne kadar çetrefilli olsa da umut yolu, hala yazmaya, çizmeye, okumaya, düşünmeye ve müziğe gönülden bağlıyım. O kadar zamandır değişen çok şey olsa da sanırım ben değişime açık biri değilim, eski kafalı biriyim. “Nitekim, ara sıra kaybolduğum söylenir hala”.