“Ne Godot gelmişti, ne Yakup çağrılmıştı. Beklemek ya da gitmek mümkün müydü peki? Beklemekle gitmek aynı hiçliğin mezar taşlarıydı artık. Yapacak bir şey yoktu”.
—Gidelim mi?
—Gidemeyiz!
—Neden?
—Godot’yu bekliyoruz.
—Ah! Tabii ya.
Serin Bir Akşam Güncesi
Şimdi bir kafede oturmuşum, onca gürültü arasında kulaklık kulağımda müzik dinleyip kahveyle sigara içiyorum. Çağın ruhu susmayı gerektirdiği için mi bilemiyorum, her şeyden ve herkesten soyutlanmış "serin bir akşam güncesi" kaleme alıyorum. Zaman olağanca hızıyla etrafımda süzülüyor yine. Giderek soğuyor hava. Işık azalıyor yavaştan. Yine akşam oluyor. Oturduğum bu mekan, bu masa artık üşütüyor...
Büyük Açlık
Aklın bilgiye aç olduğu fikri, Antikitede ulaşılmış bir düşünce olmakla birlikte ömrü uzun, belki de sonsuz sınırları olan bir davranış olagelmiştir. Fakat, kaçırılmaması gereken en hassas nokta şudur; kendi evlatlarını yiyen Kronos’u çığırından çıkaran şey de bilme arzusundan doğar.
Yabancının Ölümü
Her ne kadar Meursault kurgulanmış bir roman karakteri olsa dahi sembolik olarak onun ölümüyle Van Gogh’un intiharı arasında ironik bir ilişki olduğunu düşünüyor, geriye kalan o tek kurşunun yarım asır önce Van Gogh’un kalbine saplandığına inanıyorum. Mesuliyet ne hikmetse yarım asır sonra anlatılacak romandaki gibi yine aynı linç kültürüne dayanmakta.
Kara Delik
Yaşamın bu girdabı içinde gerçek olay ufkunda gizleniyor gibi geliyor. Kimin rüyası kimin tasarımıdır bilinmez ama şu süreç yığınlar haline gelmiş imajlar etrafında görmenin olanaklarından yoksun bir öznel deneyim sunuyor sadece. Sanırım “Büyük unutuş” diye adlandıracağım bir çağının başlangıcındayız.
Kısa bir Anlatı
Böyle işte, her ne kadar çetrefilli olsa da umut yolu, hala yazmaya, çizmeye, okumaya, düşünmeye ve müziğe gönülden bağlıyım. O kadar zamandır değişen çok şey olsa da sanırım ben değişime açık biri değilim, eski kafalı biriyim. “Nitekim, ara sıra kaybolduğum söylenir hala”.
Fikir Üzerine Kısa Notlar
Schopenhauer’un bu sözü hemen hemen bütün özlü-sözlü sitelerde ve sosyal medyada karşınıza çıkması kadar doğal bir şey yoktur belki. Ama ben bunu ilginç buluyorum. Çünkü paylaşım çılgınlığı o derece fazla ki bu da bir tür manyaklık yaratımını kaçınılmaz kılıyor. Bu filozofun dediğinden yola çıkacak olursam şu an ben dahil herkesin sahip olduğu bir manyaklık üzerine yazıyorum.
Duygulanımlar Üzerine II
Nihat Behram'ın dediği gibi "suskunluk kanıksandı". Dürüstlüğün yalana, gerçeğin ise sahteye evrildiği bir sürecin içerisinde kaybolmuş durumdayız. Sevgililer zehir kılıyor sır dolu anıları, dostlarsa arkadan hançerliyor. Yaşam devam ediyor etmesine lakin tükenerek, tüketerek. Susuyoruz ülkecek, zira “Sokakta sabrın tiryakisi ruhsuz bir kalabalık”.
Döngü
İnsanın varlığı kavrama edimi, varlık kavramını kaçınılmaz bir şekilde, zaman ve mekân içerisinde düşünmesinden ileri gelmektedir. Varlık ve düşüncenin böyle bir araya gelmesi de kuşkusuz çoklu diyalektiğe dayalı bir döngüyle mümkün olmuştur. Bu nedenle yazıma başlamadan önce, genel olarak ne/nasıl oldu ya da nasıl oluyor kısaca değinmekte fayda görüyorum. Evrenin var olduğu günden bu yana madde...
Leon Golub
Leon Golub’un savaş temalı resimlerinde ise günlük hayatın bir parçası haline gelmiş savaş ve şiddet görüntüleri, başka anlamlar içerisinde şekillenerek yeniden izleyicinin karşısına gelir ve izleyiciyi dehşete düşürür. Bu resimlerdeki durumlar ve figürler izleyicinin seyretmeyi tercih edeceği türden değildir. Çünkü Susan Sontag’ın da dediği gibi “savaş bir seyir malzemesi değildir”