Tumturaklı Haykırış Neden durdun? Yok! Bu bir duraksama anı. Hayır! Bu bir duraksayış. Ya da “uğradım dersin geçerken”. Ya da şöyle dersin “bir kahve miktarınca sussak.” Yok! Bu, bir “haber” miktarınca bekleyiş. Peki neyi bekliyorsun? Nasıl olsa her uyanışın aynıdır, nasılsa her sabah aynı terane, hiç kurumuyor terin. Aynada yüzüne bakamadığın ve sırf bu nedenle yıkamadığın için...
yakın-uzak
Aldanmaktır yazgısı her niyetin ya da her niyet baştan yitirmiş yazgısını, bilemiyorum. Biliyorum ya da işime gelmiyordur kim bilir.
Serin Bir Akşam Güncesi
Şimdi bir kafede oturmuşum, onca gürültü arasında kulaklık kulağımda müzik dinleyip kahveyle sigara içiyorum. Çağın ruhu susmayı gerektirdiği için mi bilemiyorum, her şeyden ve herkesten soyutlanmış "serin bir akşam güncesi" kaleme alıyorum. Zaman olağanca hızıyla etrafımda süzülüyor yine. Giderek soğuyor hava. Işık azalıyor yavaştan. Yine akşam oluyor. Oturduğum bu mekan, bu masa artık üşütüyor...
Kara Delik
Yaşamın bu girdabı içinde gerçek olay ufkunda gizleniyor gibi geliyor. Kimin rüyası kimin tasarımıdır bilinmez ama şu süreç yığınlar haline gelmiş imajlar etrafında görmenin olanaklarından yoksun bir öznel deneyim sunuyor sadece. Sanırım “Büyük unutuş” diye adlandıracağım bir çağının başlangıcındayız.
Sessiz Bir Yolculuğa Dair Birkaç Satır
Sessiz, suskun bir adam (gyōja) aydınlanmak için geri dönüşü imkansız bir patikada bin gün yürür. Kimi gyōja gücü tükenince yol kıyısında yığılarak ömrüne veda eder. Bu münzevi arayışa Tendai Budist rahipleri Kaihōgyō der. Bilişsel devrimden günümüze değin çok şey değişti elbette. İnsanın kelimelerden, imgelerin, imajların ötesine geçerek var olmayan bir gerçeklik yaratma başarısından sonra...
Gece Yolculuğu Güncesi
Karanlık çorak topraklardan geriye doğru kayıyor bir iki ağaç. Yolun bir ucu Erzincan'a gidiyor, bir ucu da Tokat'a. Varacağım yer ise Trabzon. İçi kalaylı kazan. Yarın Allah kerim diyorum içimden. Bu bir yolculuk. Fakat bir şehirden diğerine değil. Kendi benliğime bir yolculuk. Kırsalın sessizliği kulaklarıma çalınıyor, dinliyorum.
Mustafa Üzerine İki Satır
Kıyıda bir yerde rastlanmıştım Mustafa’nın muhabbetine. Düşüncelerimizi paylaşmıştık. Bu arkadaşa dair iki satır yazacak olursam; yedek parçacısı kendisi. Yüzünü tarif edecek olsam; Mehmet erdem, işte ona benziyor. Şu an bir kayanın üstünden suya atlıyor. Sanki çocukluğundaki sevinci sergiliyor bizlere.
Irmak Kıyısı Güncesi
Hallelujah Doğa. Merhaba tüm haşmetli seslerine diye düşündüm içimden, kulaklarımda Jeff Buckley, önümde ise şırıl şırıl bir ırmak. Su, kaya ve yeşilden oluşan bir geçide bakıyorum. Kayaların üzerindeki ışık ve gölgeler bana mağara resimlerini hatırlatıyor, geçmişi düşünüyorum derin derin.
Deniz Güncesi
Denizin ortasında bir tekne homurtusu gürül gürül gürlüyor. Bir aşağı bir yukarı, içimi bir eylemsizlik yasası gıcıklıyor, gülümsüyorum. Buna rağmen karanlık ve ıslak bir gecede, bir buhrandan bir tufana açılıyor gibiyim. Gök gürültüsü teknenin motor sesine karışmış daha güçlü bir kükremeye dönüşüyor. Sanki teknenin motor sesi olmasa, korkarmışız gibi geliyor. Rahatlıyorum. İşte yanından...
Şubatta Temmuz Yangını
Hastanedeyim, yanı başımda anam. Öksürür durur kendimi bildim bileli. Her bir öksürüğü zamanın geçiciliğine atıf yaparak tokat gibi zihnimde yankılanır. Bugün haftanın son günü. Bekleme odasındayız. Hepimizin yüzü asık. Çünkü soğuk beyaz dezenfektan kokan koridorlar, yoğun istikrarlı hastalarla, içimiz ise huzursuz bir boşlukla dolu. İçimde kalan son nezaketi sabırla gösteriyorum insanlara, belki...